Güzel Sanatlar eğitimi sadece okulda olabilecek bir şey değil

Posted by

Röportaj: Mayis Alizade

1970 İstanbul doğumlu sanatçı 2000 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden mezun oldu. 2013 yılından bu yana Üniversitede gravür dersleri veren Aytekin, yurt içinde önemli galerilerde sergiler açarak eserlerini sanatseverlerle buluşturdu.

Yeniçağ: Öğrencilik yıllarınızdan bu yana sanatın içinde olduğunuzu bildiğimizden dolayı “Sanata nereden geldiniz?” sorusunu biz sormadan cevaplamanızı rica ediyoruz.

Aytekin: Ben çocukluğumdan beri çizgi romana çok meraklıydım. Sevgim hiç azalmadı, bugün bile her türden resimli roman alırım, okurum. 1990 yılında bir aylık tren kartı alıp Avrupa müzelerini gezdikten sonra çok etkilendim, resme olan ilgim derinleşti. Resim okumaya karar verdim. Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü sınavını kazandım.

Yeniçağ: Kendinizi en iyi şekilde ifade ettiğiniz tür?

Aytekin: Akademik eğitim geleneğinde desen eğitimi temeldir. Design biliyorsunuz hem desen hem de tasarım anlamını taşır. Daha sonra yağlıboya yani pentür gelir. Günümüz sanatında fotoğraftan hazır nesneye kadar çok farklı medyumlar (araç) kullanmak mümkün. Ben kendimi kısıtlamadan her sergi için bir araştırma sürecine giriyorum. Malzemeler ve tekniklerle karşılaşıyorum.

Yeniçağ: Kendinizi içinizden geldiği şekilde ifade ettiğiniz tarz?

Aytekin: Ben daha çok kendimi şaşırtmak için atölyeye gidiyorum. Tarz, üslup, tutarlılık meseleleri sanatçı egosuyla çalışan şeyler. Sergideki tazelik ve heyecan daha önemli. İşleri oluştururken oluşan hatalar süreci gösterdiğinden bunları da saklıyorum.

Yeniçağ: Türkiye’de kendinizi ait hisettiğiniz herhangi bir ekol var mı?

Aytekin: Sanat Tarihi sevdiğim bir konu. Ekoller yerine sanatçı monografileri daha ilginç. Hatta sadece belli dönemleri hatta tek bir resim üzerine çalışmak bize çok şey söyleyebilir. Örneğin Cihat Burak, hem mimar hem ressam hem de öykücüydü. Resimlerine yakından baktığınızda hem günün siyasetini ve magazin dünyasını hem de tarihsel olayları görmek mümkün.

Yeniçağ: Çeyrek asırdan bu yana bulunduğunuz sanat ortamında kuşak olarak nelere muvaffak olduğunuzu söyleyebilirsiniz?

Aytekin: Her kuşak gibi bizim kuşak da arada kalmış olarak değerlendirilebilir. 1990’larda daha kapalı ve hiyerarşik bir durum vardı. Bugün daha medyatik ve ticari ortam var. Muvaffak kelimesini başarılı anlamında değil de, şanslı anlamında kabul ediyorum. Her başarı sizi sınırlandırır aslında. Oyun devam ediyor, bu daha heyecanlı.

Yeniçağ: Türkiye’de güzel sanatlar eğitiminin durumunedir. Özel üniversitelerin bu işlere katkısı var mı?

Aytekin: Güzel Sanatlar eğitimi sadece okulda olabilecek bir şey değil. Okulun hocaları, atölyeleri, maddi imkânları kadar, öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri, işlerini özgürce paylaşabilecekleri bir ortam olması gerekir. Bunun yanı sıra okulun bulunduğu kentin; kütüphanelerinden, müzelerine, galerilerine, alternatif sanat mekanlarının olmasıyla birlikte bir habitat oluşturması önemli. Özel üniversitelerin ticari yaklaşımla kısa süreli bir hedef ve başarı beklentilerinin sanat alanına getireceği katkının oldukça sınırlı olduğunu düşünüyorum.

Yeniçağ: Yapıtlarınızı hangi yollardan sanatseverlere ulaştırmayı tercih ediyorsunuz? Sergiler, müzayedeler, doğrudan koleksiyoncular.

Aytekin: Atölye pratiği benim için önemli. Her sergide değişen teknik ve malzeme kullanımı beni sürekli bir öğrenci durumuna düşürüyor. Sağdan soldan topladığım nesneler, fotoğraflar, çizimler atölyeyi gderek bir depoya dönüştürdü. Bunların sonucunda ortaya çıkan işleri sergi mekanına taşıyorum. Benim için sergi mekanı da işler kadar önemli.

Yeniçağ: Hocam, en son serginizi Bursa’da Nilüfer Belediyesinin organizasyonunda açtınız. Bu serginizin sizin için anlamı ne? Yaratıcılığınızdaki bir aşamanın tamamlanarak yeni bir aşamaya geçmek mi yoksa içinde bulunduğunuz aşamada görüşlerinizi felsefi bakımdan daha da geliştirerek tuvale yansıtma mı? Bu çerçevede bir belediyenin sanata verdiği destekle ilgili görüşünüzü alabilir miyiz?

Aytekin: Bu sergi için Kevser Güler’den davet aldığımda çok sevindim. Daha önce İstanbul’da Gelecek Program ve Bugünkü Program sergilerinin devamında bu sergiyi Bursa’ya taşımak çok iyi bir final oldu. İlk sergide Riverrun’ın galeri mekanının sinema fuayesi olarak düzenlenmesi ve sonrasında ikinci sergide Beyoğlu’ndaki Versus Art Project’in yer aldığı sokakla kurulan bağlantı çok önemliydi. Şimdi Bursa Nilüfer Belediyesi’nin Nazım Hikmet Kültürevi binasında sergiyi yeni baştan oluşturduk. Belediyenin imkânları kadar çalıştığı ekibin çok içten yaklaşımı beni çok mutlu etti.

Yeniçağ: Bu söyleşi için çok teşekkür ediyoruz.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir